1952 yılında Sakarya’nın Hendek İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu orada tamamladıktan sonra Ankara Polis Enstitüsü’ne girdi ve 1970 yılında görevine başladı. Ege Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan Okkan, İzmir, Eskişehir, Urfa ve 1993′de Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde Kars’ta görev yaptıktan sonra Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne atandı. Kars Emniyet Müdürü iken, Diyarbakır gibi yıllarca PKK ve Hizbullah terörünün ve aşırı göçün ağır sonuçlarını yaşayan bir ile emniyet müdürü olarak atandı. Hüseyin Velioğlu`nun İstanbul Beykoz`daki villasına yapılan baskında büyük rolü vardı. Gaffar Okkan, Hizbullah`ın çökertilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Kadın polisler Diyarbakır`da ilk kez onun emriyle sokağa çıktılar, trafiği yönettiler. İki küçük otomobil aldı Gaffar Okkan. Mavi-beyaza boyattı. İkişer kadın polis görevlendirdi. Bir otomobil kaybolan çocukları toplayıp ailelerine teslim etti, diğeri de yürümekte zorlanan yaşlılara yardım etti. Havaalanındaki kadın polisler yaşlı yolcuların bilet işlemlerini yaptı, uçağa kadar götürdü. Havaalanına tekerlekli sandalye aldırdı. Okkan`ın ilklerinden biri de şehrin kritik noktalarına kurdurduğu kameralardı. Gece yarılarına kadar makam odasındaki dev ekranda sokakları gözlerdi. Evli ve iki çocuk babası Okkan`ın son Emniyet Müdürleri Kararnamesi`nde ismi İstanbul için geçmişti. Hükümet içinden Diyarbakır`da büyük başarı gösteren Okkan`ın İstanbul`a atanması için yoğun baskı gelmişti. Ancak İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Diyarbakır`da başarılı işler yapıyor, onlara devam etsin demişti.Okkan`ın adı daha önce Ankara Emniyet Müdürlüğü için de geçmişti. Diyarbakırspor Kulübü Başkanı olarak sporla yakından ilgilenen ve halkla içiçe yaşayan ve Gaffar Okkan 24 Ocak 2001 tarihinde Diyarbakırda pusu kurularak öldürüldü.Okkanla birlikte 5 polis memuru da öldürüldü.Suikastı Hizbullah örgütünün yaptığı sanılıyor. Ölmeden önce Diyarbakırspor Eğitim Vakfının kuruluş çalışmalarını yürüten Gaffar Okkan, 30 Eylül 2000 tarihinde, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti tarafından Diyarbakırda huzur ve güveni sağladığı için ´Yılın Bürokratı´ seçilmişti. Diyarbakır seni unutmayacak Silahlı ve bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 meslektaşı, 25 bin yurttaşın katıldığı görkemli bir törenle Diyarbakır’dan uğurlandı. Türk bayraklarına sarılı cenazelere vatandaşlar alkışlarla karanfiller attılar. İlk kez bir emniyet mensubu için üstelik de Diyarbakır’da halk sokaklara döküldü, sloganlar attı ve cinayete tepkisini ortaya koydu. Son 20 yılını terörü en sıcak şekilde yaşayarak geçiren Diyarbakırlılar, Okkan’ın resimlerini ve Türk bayrakları taşıyarak teröre lanet yağdırdılar… Herkesin gözyaşı döktüğü törende “Gaffar’lar ölmez”, “Diyarbakır seni unutmayacak”, “Gaffar’a uzanan eller kırılsın”, “Katiller bulunsun”, “Seninle gurur duyuyoruz” sloganları atıldı. Yıllardır terör örgütlerinin baskılarıyla kepenk kapatan yurttaşlar bu kez kendi özgür iradeleriyle kepenklerini indirdiler, duydukları üzüntüyü simgelemek için siyah bayraklar astılar. Halka açık eğlence yerlerinden, tekel bayilerine, mahalle bakkallarından ünlü markaların satıldığı lüks mağazalara, matbaalara kadar birçok işyerine “Saldırıyı kınamak için bugün kepenklerimizi açmayacağız”, “Değerli emniyet müdürümüzün vefatından dolayı yastayız”, “Gaffar kardeşimizin katlinden dolayı kapalıyız”, “Bugün büyük acımız, bundan dolayı kapalıyız” şeklinde yazılar asılması dikkati çekti. Dolmuşçu esnafı da saldırıya tepkilerini kontak kapatarak gösterdi. Diyarbakır’da bütün dolmuş hatlarında çalışan esnaf araba çalıştırmazken araçların antenlerine de siyah kurdeleler takıldı. Yurdun dört bir tarafından da Diyarbakır Valiliği’ne siyah çelenkler geldi. TERÖRE KARŞI SPOR Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan 1952 yılında Sakarya’nın Hendek ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu burada tamamladıktan sonra Ankara Polis Enstitüsü’ne girdi ve 1970 yılında görevine başladı. Ege Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan Okkan, İzmir, Eskişehir, Urfa ve Kars’ta görev yaptıktan sonra Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne atandı. Diyarbakır’da 1998 yılında göreve başlayan Okkan, meslek yaşamı boyunca cesareti ve görevine bağlılığı ile tanındı. Göreve gelmesiyle kentin özellikle sosyal yaşantısında gözle görülür değişiklikler oldu. Diyarbakırspor Kulübü Başkanı olarak sporla yakından ilgilenen ve halkla iç içe yaşayan Okkan, Diyarbakırspor’un 1’inci Lig’e çıkması için de büyük çaba harcadı. Halkın büyük sempati beslediği Okkan bir dönemler Güneydoğu’nun Paris’i olarak adlandırılan kente yeniden hayat vermeye başladıklarını ve bölge insanının, yavaş yavaş oksijen çadırından çıktığını ifade etmiş ve şunları söylemişti: “Terör, sadece silahla yenilmez. İnsanları dağdan, bayırdan, kahveden çıkarıp tribüne getiriyoruz. Artık Diyarbakırspor gibi bir beklentileri var. Sokaktaki işsiz de, otelci de, taksici de Diyarbakırspor’un 1. Lig’e çıkmasını gözlüyor…” ‘HİZBULLAH BİTMEDİ’ Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan, 15 Ocak’ta Cumhuriyet gazetesi Diyarbakır Büro Şefi Mahmut Oral ile terör örgütlerine ilişkin bir röportaj yapmıştı. Okkan, Hizbullah’ın Türkiye gündemine oturduğu ve Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü 17 Ocak 2000 Beykoz operasyonundan sonra şeriatçı örgütü değerlendirmiş, Hizbullah’ın henüz bitmediğini, kimlikleri belirlenen 26 tetikçiyi yakalamak için operasyonların sürdürüldüğünü söylemişti. Okkan suikastı bağlantılı 5 ayrı dava görüldü. Davaların çoğu 2007 yılında sonuçlandı. Bu davalardan yalnızca birinde, 3 sanığın eylem ile bağlantısı tespit edilirken, geri kalan dört davada yargılanan 11 sanığın olaya ilişkin bir bağlantısının olmadığına vurgu yapıldı. Gaffar Okkan’a görkemli tören Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan memleketi Hendek’te düzenlenen görkemli bir törenle toprağa verildi. Binlerce kişinin katıldığı törende terör nefretle kınandı. Bir poşet içinde Diyarbakır’dan getirilen toprak da Okkan’ın mezarına döküldü. Okkan’ın cenazesinin tören alanına taşınması sırasında yurttaşlar, “Hendek seninle gurur duyuyor”, “Kahrolsun PKK, kahrolsun terör”, “Polise uzanan eller kırılsın” sloganlarını attılar. Yurttaşlar ayrıca “Sen ölmedin kalbimizdesin, terör ortamında beslenenler, bu millet er geç yakanıza yapışacaktır”, “Katiller yakalansın, şehitlerin kanı yerde kalmasın” yazılı pankartlar da taşıdılar. En çok dikkati ise “Kahrolsun Hizbullah” pankartı çekti. Ayrıca ilçede yurttaşlar, kepenklerini kapatarak camlarına “Şehit cenazemizden dolayı işyerimiz kapalıdır” yazıları astılar. Cumhuriyet Alanı araç trafiğine kapatılırken araçlara ve işyerlerine siyah kurdele takıldı. İlçenin çeşitli yerlerine siyah bez üzerine yazılı “Başımız sağ olsun” pankartları ile bina ve işyerlerine Okkan’ın resimleri asıldı. Karne alan öğrencilerin karnelerinin üzerine Okkan’ın fotoğrafını yapıştırmaları dikkat çekti. Eşi Zerrin’den Gaffar Okkan’a mektup Çocuklarımıza senin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyorum. Babasına sarılan bir çocuk gördüğümde içim titriyor. Can’ın kin, intikam, nefret duygularından uzak büyüyebilmesi için uğraşıyorum. Biraz daha büyüyünce senin olayını irdeleyeceğinden, soracağı sorulardan korkuyorum. Senin yokluğun canımı çok acıtıyor. Çocuklarımı babasız bırakmalarını, yapılan canice suikastı kesinlikle kabul edemiyorum. Hepsine lanet ediyorum. Hava erken kararırdı bu kentte, o gün sanki daha erken çökmüştü karanlık. Zerrin Hanım evde sekiz yaşındaki oğlu Can ile beraberdi. Akşam saatlerinde kapı çalındı. Karşısında iki komşusu duruyordu. Zerrin Hanım, her zamanki gibi güleryüzle karşıladı konuklarını. Ama bir terslik vardı. Komşuları hiç konuşmuyordu. Şaşkın şaşkın baktı yüzlerine. “Kötü bir şey mi oldu? Sizin çok acayip bir haliniz var. Renginiz benziniz uçmuş” dedi. Zerrin Hanım yine yanıt alamadı. Bu kez, “Birine bir şey mi oldu? Ne oldu? İnsanı çıldırtmayın, delirtmeyin” diye söylenirken, komşuları ona sakin olmasını, bir olay olduğunu ama olayın içeriğini bilmediklerini söylediler. O sırada Can içerden koşarak yanlarına geldi: “Anne, televizyon babamı söylüyor!” Zerrin Okkan, olaydan sonra birçok mektup yazdı eşine. Zerrin Okkan sorularımızı yanıtlamak yerine, pek çok soruya yanıt olabileceğine inandığı bu mektuplardan birini iletti bize. Canımın içi, canım benim Sensizliğimin dördüncü yılı bitmek üzere. O tarih, o kahrolası gün yaklaşıyor. Ben yine devre dışı olmaya başladım. Her yerde varım. Ama yokum. Kurulmuş bir makine gibi üstüme düşeni yapmaya çalışıyorum. Bu arada yazmaya çabalıyorum. Seni anlatmak en büyük gayretim. “Yazmak, yazmak, yazmak…” diyor hocamız. Çok zor iş biliyor musun? Uğraşıyorum, didiniyorum, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Biraz seni, biraz kendimi. Duygularımı yazdım şimdiye dek. Kimselerle paylaşamadığım duygularımı paylaşıyorum yeni tanıştıklarımla. Rahatlıyor muyum? Daha çok çıkmaza mı giriyorum? Galiba paylaşmak bana iyi geliyor. Düşünüyorum. Seni düşünüyorum. Toplumu, insanları düşünüyorum. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen suskun insanları düşünüyorum. Susmak, susmak, hep susmak. Birçok insan yaşamı boyunca hep bu görevi üstlendi. Kendi kabuğunda sessiz sakin yaşamayı marifet saydı. Zannetme ki bir şeyler değişti. Halen bu böyle sürüp gidiyor. Ne vardı memleket sorunlarını bu kadar irdelemeye. Üstüne gitmeye. Sen de birçok meslektaşın gibi dur denilen yerde durmasını bilseydin. Salla başını, al maaşını çalışsaydın. Yüreksiz olsaydın. Sorumluluk sahibi olmasaydın. Medeni cesaretin olmasaydı. Direnmeseydin, birçok şeye. Nabza göre şerbet verseydin. Sen mi kurtaracaktın bu memleketi? Özür dilerim sevgilim, beni tanımıyorsun değil mi? Bu benim karım değil diyorsun. Kusura bakma. Sensizliğin özlemi söyletiyor bunları bana. Biliyorum şu an yaşıyor olsaydın, nasıl kızardın bana kim bilir? “Benim gibi bir adamın eşine bu düşünceler yakışmaz” dediğini duyar gibiyim. Lakin bana da hak ver. Özlemin bir çığ gibi büyüyor her gün. Zaman her şeyin ilacı diyorlardı, nasıl da yanılıyorlar. Geçen zamanla birlikte özlem büyüyor, büyüyor… Sensizlik gün geçtikçe yüreğime taş gibi oturuyor. Günbegün ağırlaşıyor. Bu ağırlığın altında eziliyorum. Biliyor musun? Senin yokluğunu ne anam, ne kardeşlerim, ne oğlum, ne kızım, hiç kimse dolduramıyor. Yanlış anlama. Herkesin yeri ayrı. Onlar benim canım ciğerim. Hepsinden önemlisi yaşam kaynağım. Beni hayata bağlayan varlıklar. Ümitsizce seni özlüyorum. Sana ihtiyacım var. Aç insanın ekmeğe, toprağa, suya ihtiyacı gibi. Seninle konuşmayı, sohbet etmeyi özledim. Hâlâ sabaha karşı uyanıyorum biliyor musun? “Hadi kalk hoca, biraz sohbet edelim” diyecekmişsin gibi geliyor. Yanımdaymışsın gibi sohbet edelim istersen. Önce sana Can’ı anlatayım. Can olanca hızıyla büyüyor. Altıncı sınıfta. Ergenlik çağına girdi. Boyu benim boyumu geçti. Senin boyunu da geçecek gibi gözüküyor. Elleri, ayakları kocaman. Daha şimdiden kırk bir numara ayakkabı giyiyor. Senin gibi, insanları çok seviyor. Senin kokunu, sıcacık, sımsıcak ona sarılıp öpüşünü hatırlıyor. Ketum bir çocuk, senin yokluğunu fazla dile getirmiyor. Bir de arabada müzik dinlemeni, müzikle birlikte tempo tutuşunu anlatıyor. Geçen yıl, “Anne, babamın mezarına bir kaset koyalım, babam dinlesin” demişti. Babam olsaydı, babam görseydi Sezin master programını tamamladı. İki yıldır, iyi bir hukuk bürosunda avukatlık yapıyor. Sevgiyle, saygıyla büyümüş olduğu belli. Hatırnaz, kişiliği oturmuş. Duyarlı, sevgi dolu, insanları incitmekten korkan, insanlara değer veren bir yapıya sahip. Sezin nişanlandı biliyor musun? Hani tanışmayı bir türlü kabul etmediğin arkadaşı vardı ya, onunla. Mutlu. Çok mutlu. İşi iyi, eşi iyi. Mutlu olduğunda veya bir şeye üzüldüğünde sana çok ihtiyaç duyuyor. “Babam olsaydı, babam görseydi” diyor. Oralardan senin bizi kolladığını, sıkıntılı anlarımızda Hızır gibi yetiştiğini düşünüyor hep. Bana gelince… çocuklarımıza senin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyorum. Babasına sarılan bir çocuk gördüğümde içim titriyor. Can’ın kin, intikam, nefret duygularından uzak büyüyebilmesi için uğraşıyorum. Biraz daha büyüyünce senin olayını irdeleyeceğinden, soracağı sorulardan korkuyorum. Senin yokluğun canımı çok acıtıyor. Çocuklarımı babasız bırakmalarını, yapılan canice suikastı kesinlikle kabul edemiyorum. Hepsine lanet ediyorum. Medyada; “Gaffar Okkan suikastının tetikçisi yakalandı”, “Gaffar Okkan suikastının tetikçisi serbest bırakıldı” gibi haberler çıkıyor. Bu haberler beni çileden çıkarıyor. Bunları kim koşullandırdı? Kimler bu emri verdi? Bunların başı nerde? Kimler? Kimler? Cevabını bulamadığım birçok soru beynime üşüşüyor. Sen ve senin gibiler. Gazeteciler, polisler, öğretmenler ve daha niceleri… Vatanı için çalışıp şehit edilenler. Sizden sonra da hiçbir şey değişmedi. PKK, Hizbullah, mafya, rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık, ahlaksızlık, gasp, cinayet, her şey mevcut. Haksızlıklar karşısında toplum olarak sustuğumuz sürece bu memlekette ne şehitler biter ne de kötülükler biter sevgilim. Daha fazla yazamayacağım. Hazan yaprağı gibi titriyorum şu anda. Sezin, Can ve ben; senin gibi onurlu ve şerefli yaşıyoruz. Senin çocuğun, senin eşin olmanın gururunu taşıyoruz. Bir kahraman eşi, çocukları olmak herkese nasip olmaz.   |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder